II. Dünya Savaşı sırasında, bir grup Alman doktor toplama kamplarındaki binlerce esir üzerinde, onların rızasını almaksızın acı veren ve genellikle ölümle sonuçlanan deneyler yaptı. Bu Alman doktorlardan biri de Josef Mengele'ydi. Mengele yaptığı sayısız korkunç deneyle bilinir. Bu yazıda yapılan korkunç deneylerden birkaçını ve acımasızlığın hangi psikolojik şartlarda görmezden gelinebildiğini inceleyeceğiz.
UYARI: Yazımızın içeriği rahatsız edici olabilir.
Bir insanın kendisiyle tamamen eşit başka bir insana bu denli acımasız davranabilmesi hangi koşullarda mümkündür? SS subayları arasında elbette sadist olanlar vardı fakat hepsi öyle değildi. Aralarında tutuklular gibi zamanla bazı duyguları körelmiş subaylar vardı. Bulundukları ortamda tek görevleri insanlara işkence etmek olduğundan zamanla gerçeklikten soyutlanıp zarar verme odaklı düşünmeye başladılar. Çünkü çevrelerinde bulunan herkes aynı şeyi yapıyordu. Etik ve vicdan bir yerden sonra kurallara bağlı olmaya başlar. Aslında doğru olan her şey, doğru kabul edilen kurallardan ibarettir. Yapılan yanlışlık kurallara dayandırılarak sanki olması gerekenmiş gibi düşünülür. Bunun sonucunda günümüzde yaşadığımız ortamın doğruları gereği yapılanların imkansız olduğunu düşünürüz.
Sadist ve sonradan hissizleşmiş subaylar dışında ortama adapte olamamış ve kuralların gerçekliğine inanmamış subaylar da vardı. Yapmak zorunda oldukları görevleri yapıp bunun yanında gizlice tutuklulara yardım ediyorlardı. Örneğin özgürlükten sonra bir subayın, tutuklular için en yakın kasabalardan ilaç almak amacıyla kendi cebinden önemli miktarlarda para verdiği ortaya çıktı.
Josef Mengele 16 Mart 1911 tarihinde doğdu. Münih Üniversitesi ve Frankfurt Üniversitesi’nde tıbbi antropoloji üzerine doktora yaptıktan sonra 1937 yılında Kalıtsal Biyoloji ve Irk Hijyen Enstitüsünde çoğunlukla ikizler ile ilgili genetik alanında yapılan araştırmaların dersini aldı. 1940 yılında orduya girdi. SS muharebe kolu sağlık hizmetleri için gönüllü olarak çalışmaya başladı. 1944 yılında savaş suçlusu ilan edilen Mengele, diğer birçok Auschwitz doktoru gibi toplama kampına gönderildi. Kamptan kaçmayı başaran Mengele isim değiştirerek tutuklu olduğu kampa geri dönerek adına tutulan kayıtları silmeyi başardı. Daha sonra Almanya’dan kaçıp Brezilya’da yaşamaya başladı. Yaşamının geri kalan kısmını doktor olarak değil alelade bir işçi olarak sürdürürken, tıbbi müdahalelerde bulunmayı bırakmayan Mengele, kürtaj başta olmak üzere birçok tıbbi tanı ve tedavi yöntemini gizlice yapmaya devam etti.
Toplama kamplarında mahkumlar üzerinde uyguladığı ‘Nazi insan deneyleri’ tarihe bir kara leke olarak geçti. Yapılan tıbbi deneyler içeriği bakımından kategorilere ayrılır: Askerlerin sağ kalmasını kolaylaştırmayı hedefleyenler, irtifa kaybeden uçakların içindeki askerlerin uçaktan atlayabileceği irtifa derecesini bulma deneyleri, deniz suyunun içilebilmesine ilişkin yöntemler, çocuklar üzerinde yapılan deneyler…
Askerlerin sağ kalmasını kolaylaştırmak için yapılan deneyler sırasında binlerce insanın vücuduna özel olarak yara açılıyor ve bu yaralara sıtma, tifüs, tüberküloz, sarı humma ve hepatit dahil olmak üzere bulaşıcı hastalık virüsleri yerleştiriliyordu. Saf Alman ırkı yaratmak için kobaylar üzerinde kısırlaştırma deneyleri gerçekleştiriliyordu. Toplama kamplarındaki bilim adamları; Yahudilerin, Romanların ve Nazilerin ırksal ya da genetik açılardan istenmediğine kanaat getirdiği diğer grupların etkin ve masrafsız bir şekilde toplu kısırlaştırılmasını sağlamak için birçok yöntem deniyordu. Kısırlaştırılan gruplar arasında eşcinseller, engelliler ve hastalar da vardı. Toplu katliamları sayesinde yalnızca Alman halkına değil, tüm Avrupa halklarına iyilik ettiklerini düşünüyorlardı.
Mengele özellikle ikizler üzerinde çokça çalışma gerçekleştiriyordu. Yapışık ikizleri ayırmaya, ayrı olan ikizleri ise birleştirmeye çalışıyordu. Yaptığı deneylerde narkoz kullanmıyordu. Bir deneyde iki çocuğun damarlarını ve organlarını sırtlarından birbirlerine bağlamaya çalışmış ve narkoz kullanmadığından çektikleri acılara üç gün katlanabilen ikiz kardeşler kangrenden ölmüştür. Kampta işkence gören ikiz kardeşlerin anlattıkları Mengele’nin ne denli acımasız olduğunu gösteriyordu: “Her sabah, saat beşte uyandırılıp kardeşlerimizle birbirimizi giydirdikten sonra hazır bir şekilde doktorların bizi almasını beklerdik. Devasa odalarda muayene edilir, boyumuz ölçülür ve X-Ray taramalarından geçerdik. Tüm bu kontroller, biz çırılçıplakken yapılırdı. Hava soğukmuş, yağmurluymuş kimsenin umurunda değildi. Sürekli ağzımı, boyumu, kafatasımın büyüklüğünü ölçer, ikiz kardeşiminkilerle kıyaslarlardı. Üç haftada bir de düzenli olarak kan örnekleri verirdik. Sağ kolumuzdan kan alıp, sol kolumuzdan adını bilmediğimiz virüsler enjekte ederlerdi."
Mengele’nin Saf Alman ırkı yaratma yolunda en çok dikkati ettiği şey göz rengiydi. Onun için kusursuz bir ırk demek; sarı saçlar, renkli ve iri gözler, beyaz ten ve uzun boy demekti. Mengele, kampa getirilen çocuk esirlerin göz renklerine bakar, renkli göze sahip olanları bir kenara ayırır ve kahverengi gözlü çocukların göz renklerini değiştirmek için deneyler yapardı. Kamptan kurtulan esirlerden biri olan Jona Laks, Mengele’nin odasına götürüldüğünde neler hissettiğini şu sözlerle anlatıyor; “Tamamı insan gözünden oluşan bir duvara bakıyordum. Bir kelebek koleksiyonuna benzeyen bu gözler sanki bana bakıyor gibiydi ve korkudan dayanamayıp bayıldım.” Jona, tabii tutulduğu ilk testte kız kardeşi ile birlikte küçük ahşap bir kutunun içerisinde tutulmuştu. Kız kardeşlerin sırtlarına düzenli olarak acı verici iğneler yapılmaya başlanmıştı. Jona, bu deneyin yapılmasındaki sebebin göz rengini değiştirmeye çalışmak olduğunu belirtiyor.
Mengele’nin yaptığı, Alman askerlerini savaşlarda avantajlı duruma getirecek bilimsel deneylerin arasında insanların ölmeden önce en çok ne kadar kan kaybedebileceğini test ettiği bir deney vardı. Jona, 3 haftada bir gerçekleştirilen kan örneği verme prosedürlerinde küçücük bir kızın vücudundan fazla kan alındığı için yere düşüp öldüğünü gördüğünü söylemiştir. Kanın fazla oranda alınması doktorların yaptığı bir yanlışlık değil, Mengele’den gelen emir ile bilinçli yapılan bir şeydi.
Farklı genleri birbiriyle karıştırmak isteyen Mengele için çingene ve cüce demek, zayıflık demekti. İki ırkın birleşmesiyle doğan çocuğun zayıf mı güçlü mü olacağını anlamaya çalışan Mengele, insanları dünyaya bir çocuk getirmeye zorladı. Kamptan kurtulmayı başarmış başka bir esir olan Moti Alon, yıllar sonra bu deneylerden aklında kalan bazı detayları paylaştı: “Auschwitz'e gittiğimde 9 yaşındaydım. Nedenini tam olarak bilmiyorum ama kampa cüceleri de getirmişlerdi. Levy adında bir adam vardı. Kolları ve bacakları yarı felçi olduğu için istediği gibi hareket edemiyordu. Deneye tabi tutulan onlarca çocuk, devasa bir salona getirildi. Salonun ortasında askerler tarafından yatması emredilen çingene bir kadın vardı ve Levy’i o kadının üzerine koyup, cinsel ilişkiye girmeleri istendi. Askerler, bakmak istemeyip kafasını çeviren herkesi vuracaklarını söylemişti. Bu yüzden hepimiz bu sahneyi izlemek zorunda kaldık.’’
Sayısız korkunç deneyin sahibi olan Mengele kamptan bir şekilde kaçmayı başarmış olsa da deneylere katkıda bulunan diğer doktorlar tutuklanıp Nuremberg’deki ‘Doktorlar Davası’nda hüküm giymiştir. Bunlardan bazıları: Victor Brack, Herta Oberhauser, Waldemar Hoven’dır.
Toplama kampındaki esirler üzerinde tıbbî deney yapmaktan yargılanan Nazi doktorlardan biri, Victor Brack. Nuremberg, Almanya, Ağustos 1947.
Ravensbrück toplama kampında doktorluk yapan Herta Oberhauser Nuremberg'deki Doktorlar Davası'nda hüküm giydi. Oberhauser, kamptaki esirler üzerinde tıbbî deneyler yapmaktan suçlu bulundu ve 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 20 Ağustos 1947, Nuremberg, Almanya.
Uzmanlık alanı tıp olan bir şahit 22 Kasım 1942'de Ravensbrück toplama kampında kendisine uygulanan prosedürleri açıklarken, toplama kampından sağ kalan Jadwiga Dzido yaralı bacağını mahkemeye gösteriyor. Yüksek potent bakteri enjeksiyonunu da kapsayan deneyler, sanık Herta Oberhauser ve Fritz Ernst Fischer tarafından uygulandı. 20 Aralık 1946.
Birleşmiş Milletler personeli Auschwitz kampındaki tıbbî deneylerde kullanılan 11 yaşındaki sağ kalan çocuğa aşı yapıyor. Mayıs 1946, Bergen-Belsen zorla göç ettirilmiş insanlar kampı, Almanya.
Dachau toplama kampında buzlu suda bekletilerek Nazi tıbbî deneylerine maruz kalmış bir kurban. SS doktoru Sigmund Rascher deneyi yönetiyor. Almanya, 1942.
Eduard, Elisabeth ve Alexander Hornemann. Neuengamme toplama kampında tüberküloz deneylerinde kullanılan çocuklar, kampa girilmesinden kısa süre önce öldürüldü. Elisabeth Aushcwitz'de tifüs nedeniyle hayatını kaybetti. Hollanda, savaş öncesi.
Deniz suyunun içilebilir hale getirilmesi için Nazilerin tıbbî deneylerinde kullanılan Roman (Çingene) kurban. Dachau toplama kampı, Almanya, 1944.
Viktor Frank der ki: ‘’Bir insanın kamp gardiyanı mı yoksa tutuklu mu olduğunu bilmenin tek başına hemen hiçbir şey ifade etmediği açıktır. İnsani incelik bütün gruplarda, hatta bir bütün olarak kolayca aşağılanabilecek gruplarda bile bulunabilir. Gruplar arasındaki sınır birbirine girmiştir. Bu nedenle şunların melek, bunların şeytan olduğunu söyleyerek konuyu basitleştirmememiz gerekir.’’ Bunlardan yola çıkarak dünyada sadece iki insan ırkı olduğunu söyleyebiliriz. Bu tamamen davranışa bağlı olarak gruplandırdığımız iki ırk olur. Her ikisi de toplumun her kesiminde bulunur. Hiçbir grup sadece bir ırktan oluşmaz. Bu anlamda hiçbir grup ‘arî ırk’ değildir. ‘Bütün insanlarda iyiyi kötüden ayıran çatlak en derinlere ulaşmakta ve toplama kampının açığa çıkardığı uçurumun dibinde bile görünmektedir.’
コメント